31 Ağustos 2020

AK PARTİ VE ERDOĞAN İÇİN İSTANBUL, KONYA NE İSE DİYARBAKIR VE MARDİN DE ODUR

Terminolojik olarak insan yaratılışını incelediğimizde, hemen hemen tüm semavi dinlerde insanlık tarihi Hz. Adem'den günümüze kadar nitelik ve nicelik olarak farklılık gösterse de öz olarak ayniliğini korumuştur.

İlkel toplumdan, tarım ve yerleşik topluma geçişte, özel yaşam alanlarını birbirlerinden ayırma ihtiyacı doğmuş, zamanla doğanın çetin şartlarından korunma ihtiyacı hasıl olunca, insanlar yaşam alanlarının etrafına sınırlar koymaya başlamışsa da, Tabiatın çetin ve zor şartlarında, hayatta kalma ve doğaya karşı üstün gelme duygusu, birbirlerine yakın olan ve coğrafi olarak yakın yaşayan insanları birbirine daha da yakınlaştırmıştır.

Dünya tarihi boyunca, devam edegelen antropolojik gelişim; insandan grup, gruptan topluluklar, topluluktan milletler ve nihayetinde milletten devletler oluşturmuştur.

‘'Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O'na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.'' (Hucurat 13)

Fertler, kavimler, milletler;  siyasî, kültürel, biyolojik, coğrafî vb. farklarla birbirinden ayrılır, bu farklara bağlı olarak farklı kimlik sahibi olur, bu kimlikle tanınır. Ayrıca her biri kendi farkını, özelliğini bir gurur, değer ve övünç vesilesi yapar.

Âyet,  farklı yaratılmanın “kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma, tanışma” fonksiyon ve hikmetini onaylıyor; ancak farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın üstünlük vesilesi olarak kullanılmasını reddediyor.

İnsanın şeref ve değerini, kendi iradesi ile elde etmediği etnik aidiyete değil, kendi irade ve çabasıyla elde ettiği evrensel değerlere bağlıyor.

Şu halde bütün insanların aslı birdir, aynı maden ve maddeden yaratılmışlardır; hem kök hem de biyolojik temel özellikleri farklı değildir, bu yönden bir üstünlük veya aşağılık söz konusu olamaz.

Evet, Kök itibariyle kardeş olan insanlar birçok hikmet yanında farklı kimliklerle tanınıp tanışmaları için gruplara ayrılmışlardır. Her grup, başkalarından farklı, kendi aralarında ortak özelliklerine dayalı olarak birleşirler. Bu birleşme ve dayanışmada temel unsur dindir.

Dini bir olanlar birbirini kardeş bilirler ve genellikle diğer özelliklerdeki ortaklık bu özel bağın üstüne çıkamaz. Dinin insana kazandırmak istediği en önemli değer ahlâktır (takvâ), hem bir grup içinde hem de gruplar arasında üstünlüğün, üstün değerin ölçütü olan ahlâk.

Evet, ancak bu durumda yeryüzündeki bütün çatışma ve düşmanlık sebepleri kaybolur, silinir.

İnsanların üzerine titreyip sıkıca yapıştığı ve değer verdiği bütün yeryüzü değerleri işte böylece önemsizleştirilir. İnsanların birbiri ile kaynaşması ve yardımlaşması için apaçık ve muazzam bir sebep belirir. Yüce Allah'ın herkes için ilahlığı ve hepsini bir tek kökten yaratmış olması. Bu beliren sebebin yanı sıra, altında yer almak için herkesin birbiri ile yarıştığı bir tek sancak yükseliyor: Bu da yüce Allah adına yükselen takva sancağıdır.

İslam'ın, insanlığı ırkçılık taassubundan, bölgecilik, kabilecilik ve aile taassubunun belalarından kurtarmak için koyduğu evrensel değerdir bu.

Zira, Felsefi olarak asl olan, grup, topluluk, millet veya devlet olsa da tüm insanların aynı yaratılıştan geldiği ve herhangi bir grup veya milletin diğer bir grup veya milletten daha üstün veya aşağı olamayacağı fikri, bilimsel, insani ve İlahi bir gerçekliktir.

Tarih bilimini incelediğimizde Her topluluk veya milletin kronolojik olarak kendine has bir tarihinin olduğunu görüyoruz. Bu tarihi yok saymak veya görmezden gelmek bize bir şey kazandırmaktan çok tarih bilimi adına daha fazla şeyler kaybettirir.

Türkler, Araplar, farslar, Çerkezler, Ruslar, Slavlar, Kürtler vs. tüm milletler, Dünya tarihinin belirli dönemlerinde belirli bölgelerde yaşamış, hakim Dünya kültür ve medeniyetine katkı sunmuşlardır. Tarihin bu sayfalarını ve bu dönemleri yok saymamız tarih bilimi açısından asla mümkün değildir.

Yaşadığımız coğrafyada, yüzyıldır bölgenin jeopolitik konumundan, İngiliz-ABD Emperyal politikalarından kaynaklı terör, terörize edilen bir kısım bölge insanı ve yaşanan sonuçlar, bu tarihi göz ardı etmemizi gerekli kılmaz.

Bilakis tarihin bu sayfalarını göz ardı etmemiz, tarih bilimine aykırı ve insanlığın kültürel zenginliğine, maddi, manevi gelişimine en büyük engeldir.

Türkiye'de politik İslam'ın 12 Eylül, 28 Şubat vb. darbeleri karşısında yaşadığı zorluklar ve bu 40 yıllık süreçte geldiği nokta çok yönlü olarak incelendiğinde, yoğun bir okuma ve ders halkaları ile yetişen akademik kesim, Lokal bakış açısından daha genel bakış açısına geçerek bölge ve dünya siyasetini daha iyi okumaya başlamıştır.

Geçmişin 1960-80-90'lar döneminin tartışılması İslami kesimde ciddi kültürel birikim sağlamış olsa da halen yakın geçmişimizi ayrıntılı şekilde değerlendirmek, önemli bir ihtiyaç olmaya devam etmektedir.

Bu arada, “Eski Türkiye” kalıntıları FETÖ ile eş zamanlı olarak bölge halkının İslami kimliğinin farkına varan PKK ve siyasi uzantısı HEP-HADEP, diyalektik materyalizme dayalı Marksist-Leninist politikalarını rafa kaldırmış, İslami motifli kurumlar kurarak halk ile daha bir Entegre olmak istemiştir.

Adeta paslaşırcasına PKK(HDP), kendisinin inandıramadığı veya ulaşamadığı, dini hassasiyeti daha yoğun kesimi FETÖ etki alanına bırakmıştı.

Bir tarafta tutuşturulan KIZIL ATEŞ, diğer tarafta Gülen in ALAMUT KALESİ.

Sonuç; kan üzerine kurulu kirli tezgâhta on binlerce Kürt kökenli ailenin ocağında yakılan ölüm ateşi.

FETÖ, bölgede PKK etki alanı dışında kalan Kürt gençlerini farklı bir açıdan, asimile daha doğrusu terörize ederek, ABD eksenli projelerle devşirmiş, gelecekteki 15 Temmuz'lar için kendi halkına kurşun sıkacak terör elemanları hazırlamıştır.

Yani her hâlükârda bölge insanı ya dağda ya da hizmet evlerinde militanlaştırılıyordu.

Her şeye rağmen, Yakın tarihimizde, MTTB, Milli Selamet-Milli Gençlik geleneği ve günümüzde Ak Parti kültürü ile yoğrulan İslami nesil Türkiyeli olma, milli olma mücadelesini her açıdan yaşatmaktadır.

Bu kesimler, Türkiye ve Avrupa da İslam'ın evrensel doğruları olan, eşitlik, özgürlük gibi; insanı, sadece insan olduğu için ve yaratılıştan gelen yeryüzünün halifesi olma özelliğinden dolayı, hiçbir ayrıma tabi tutmadan ele alan bir bakış açısının oluşmasına çok büyük katkı sunmuştur.

Öyle bir evrensel hukuk ki, bir deveye fazla yük bindirmenin bile hukuksuzluk olarak addedildiği bir dünya görüşü. İnsan hakları ve özgürlüğün en tepe standartlarının vaad edildiği bir dünya.

İslam'ın dünya görüşünün, bu evrensel kültürü ile yetişen kesimin içerisinden fedakârlık ve inandığı doğrulara adanmışlığın bir örneğidir Erdoğan.

Dolayısı ile Kültürel açıdan, İlahi ve Evrensel doğrularla donanmış bir Erdoğan için İstanbul ve Konya ne ise Diyarbakır, Mardin ve Van aynı şeydir. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir.

Vesselam.